25 Mayıs 2016 Çarşamba


 

 

                                   MÜFETTİŞ GELDİ

                İlk okul birinci sınıfa başlamıştım. Ağlamadan, annemi isterim, demeden,eve kaçmadan geçmişti ilk gün. Her fırsatta ögretmenin gözüne girip, sevgisini kazanmaya çalışıyor, beni farketsin diye hoplayıp zıplıyordum. En sevimli halimle başarılı olmaya çalışıyordum. Beni okula gönderenler “öğretmen seni çok sevecek,annen gibi seninle ilgilenecek, a’ yı b’yi ögretecek demişlerdi.her yaptığım resmi, çizdiğim harfi göstermek için defalarca “öğretmenim “ dedim,ama o bana bir kere bıle Ayşe demedi. Harfleri öğrendiğim zaman ilk işim, öğretmenime şiir yazmak oldu, beni dinlemedi.  Resimlerimde ellerinden tutarken çizdim onu, o bir kere bile tutmadı. Rüyalarımda saçlarımı okşardı, yanında dolandım saçlarım kısayken beni hiç sevmezdi, uzadığını bile farketmedi. Herkesin yazdığına baktı, aferin attı; ben defterler bitirdim bir tane çizik bile koymadı. Yine de sevdim onu, o da beni sevdi sandım.Bir gün çok hastalandım. Kötü kötü öksürüyordum. Annemi çağırdı. Benimle ilk defa ilgilendiğini düşündüm, koşa koşa eve gittim, annemi çağırdım. Anneme;
-          Al, şu kızını doktora götür, kötü kötü öksürüyor,verem midir nedir? Arkadaşlarına bulaştırmasın, dedi.
               Annem çok üzüldü bu sözlere, yumuşak bir ses tonuyla:
-          Götürdüm doktora, sadece üşütmüş hoca hanım dedi.
 
Öğretmenim ses tonunu yükselterek:
 
-          Hanım hanım bu çocuk verem bana rapor getireceksiniz, dedi.
 
             Annem üzerimi hazırlayıp çantamı hazırladı, bir yandan da gözyaşı döküyordu. Elimden tutup doğru doktora; hemde o fakirlikte özel doktora götürdü. Filimler çekildi, tahliller yapıldı. Sonuç aynıydı ; üşütmüşüm. Annem dosyayı ve evrakları öğretmenin eline verdi. Öğretmen şöyle bir bakıp anneme iade etti. Bana elinin tersiyle sınıfı gösterdi, oturmamı işaret etti. Öksürmem devam ediyordu. Öğretmen sınıfa girer girmez yanımda, önümde ve arkamda oturan arkadaşlarımı kaldırdı. Benim yalnız oturmamı istedi. Ben yine de onu seviyordum. Bu hareketi çocuk aklımla arkadaşlarıma öksürük bulaştırmayayım diye yaptı sanmıştım. İki hafta böyle yalnız oturdum.
              Bir gün okula müfettişler geldi. Öğretmen apar topar yanıma birilerini oturttu. Müfettiş gelmeden, gözde öğrencilerini ön sıralara oturtturdu, onları sıkı sıkı tembihledi;
-          Parmak kaldırın,
-          Çok konuşmayın,
-          Sorulara cevap verin,
-          Kavga etmeyin, konuşanın sözünü kesmeyin.
               Cümleleri bitmeden müfettiş bey içeri girdi. Öğretmen panik halde hepimizi kaşıyla, gözüyle susturdu. İlk andan itibaren öğretmenin gözdeleri , yasaklanan her komutun tersini yapmaya başlamışlardı bile. Öğretmen telaşlanmıştı, ne yapacağını bilemiyordu. Müfettişin görmediği yerlerde, eliyle koluyla yaramazlık yapanları tehdit ediyor, bazen parmağıyla sus işareti yapıyordu. Müfettiş evraklarını beğenmemezlik ifadesiyle yazmış, sorularını sormaya başlamıştı. Öğretmenimizin işaretiyle sorulara cevap vermeye kalkanları, müfettiş bir daha düşün diye yerine oturtturuyordu. Öğretmen artık iyice bocalamaya başlamıştı. Müfettiş;
-          Bir de okumalarına bakalım, dedi.
 
               Maskara Maymun adında bir metin okuyorduk. Okumalar bitmiş, öğretmene bir fırça da okumalarımız için çekilmişti. Müfettiş, bu sınıftan bir şey çıkmaz edasıyla, son bir soru soracağını söyledi. Ellerini arkada birleştirip, bir ileri bir geri yürüyüp, bir yandan da sorusunu düşünüyordu. En sonunda beklene soru geldi. Soruyu hatırlamıyorum ama cevabı hiç kimse bilememişti. Sorulan tüm soruların cevabının adım kadar iyi biliyordum. Fakat susturulup konuşturulmadığım için parmak kaldırıp kendimi göstermeye cesaret edemiyordum. Ah öğretmenim, beni sevse , bana güvense, hadi konuş dese diye dua ediyordum. Ben böyle kafam önümde düşünürken, sert bir ses tonuyla kendime geldim.
 
-          Sen, dedi müfettiş.
 
               Ben üstüme alınmadım, etrafıma baktım. Arkadaşlarım sırıttarak, nasıl olsa bilemez, der gibi bana bakıyorlardı. Bana hiç fırsat vermediler ki bilsinler, ben de vardım o sınıfta görmediler. Müfettiş ses tonunu yükselterek tekrar bağırdı.
 
-          Sen sen arkadaki.
 
               Utana, sıkıla ayağa kalktım. Müfettiş soruyu tekrarladı. Ben sorunun cevabının içine kendi yanlızlığımı, farkında olunmayışımı, ciddiye alınmayışımı da katıp, Maskara Maymunun dilinden anlatı vermiştim. Sanki tüm dünya beni dinliyordu. Hayatımda ilk defa birileri vaktini benim için harcıyordu. Öğretmenim ağzı açık bir şekilde bana bakıyor, müfettiş adeta çarpılmış gibi gözünü kırpmadan beni dinliryordu. İçimden inşallah öğretmen bana kızmaz, zaten beni sevmiyor diye dua ediyordu. Artık kabul ediyordum, beni sevmiyordu. Öğretmenimiz zenginlik, kalite ve güzellik meraklısıydı. Bense zayıf, fakir ve bakımsız, birazda çirkin bir kızdım. Mifettiş kendine geldikten sonra öğretmene döndü.
 
-          Hoca hanım mühteşem yetiştirmişsiniz, mükemmel  eğitmişsiniz, siz daha iyi okullara layıksınız, çok tebrik ediyorum , buyrun dışarıda görüşelim, deyip gitmişti. Öğretmenimiz bize gururla bakıp, zafer kazanmış komutan edasıyla, müfettişin arkasından çıkmıştı. Ertesi gün ve daha sonraki günler öğretmenim bana farklı davranmadı. Gözdeleriyle uğraştı, yine beni görmedi. O gün benim için iyimi geçti, kötümü geçti anlamadım. Yine okula gittim ama öğretmen sınıfa gelmedi. Başka bir öğretmen geldi;
 
-          Çocuklar müfettiş öğretmeninizin sizi yetiştirmesini çok beğenmiş, onun daha iyi bir sınıfta çalışmasını istemiş,tayini çıktı, çok kaliteli bir okula gitti.
 
             Arkadaşlarım ilk defa bana sevgiyle baktılar. Önemli ve değerli olduğumu hissettirdiler. Bana top attılar. Hastalandığımda yanımdan kaçmadılar. Artık bende vardım. Parmak kaldırıyordum. Öğretmenim banada aferin diyordu. İlk öğretmenimin adını hiçbir zaman unutmadım ama kimseyede söylemedim. O beni hiç sevmedi ama ben onu çok sevdim. Olsun öğretmenim sen benim saçımı hiç okşamadın ama ben senin ellerinden öperim.
 GÜLŞEN KOÇAK DEMİR
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder