İNSANLIĞIN
BİTTİĞİ AN
Gülşen KOÇAK DEMİR
Uzun uzun çalan telefonun sesiyle uyandı
Elif Hanım. Arayan, yıllardır görmediği bir akrabasıydı. Hasretle açtı
telefonu. Karşıdaki, mahcup ve sitemli konuşuyor, aradaki küskünlüğü
hissettirip bunca zaman sonra aramasına sebep olan acizliğini anlatıyordu. Elif
Hanım onu kırmamak için niyetini anlamazlıktan gelip geçmişte yaşananları
açmadan durumu anlamaya çalıştı.
Karşıdaki ses, amcakızı Belkıs’dı.
- Babamın hastalığını biliyorsun. Eğer
rahatsız etmezse, yarın size gelebilir mi? Hastalığının çaresi İstanbul’da, bir
hastanedeymiş. Sizde kalabilir mi? diye sordu Belkıs.
Elif Hanım, çalışan bir bayan olmasına
rağmen, hiç tereddüt etmeden:
- Başımın üstünde yeri var, buyursun
gelsin, dedi.
Bir misafir ağırlamanın özellikle de
yaşlı bir amcanın zor durumunda yardımcı olabilmenin mutluluğu ile kapattı
telefonu. Hemen kafasında amcanın en rahat edebileceği yeri belirleyip uzun
süre kalabileceğini hesaplayarak eşyaların ve odaların yerini değiştirmeye
başlamıştı bile. Ev bir anda karışmış, her yer birbirine girmişti. Aklında her
gün için yapabileceği yemek çeşitlerini sıralamış, ertesi günü iple çekmeye
başlamıştı. Tek endişesi çocuklarına bakmak için gelen bakıcısının tepkisiydi.
Elif Hanımın ananesinin gelip gitmesinden bile rahatsız olan bakıcısı acaba bu
işe ne diyecekti? “Yok canım… O kadar da vicdansız değildir herhalde, hem
burası benim evim. Evime gelip gidene kimse karışamaz, amcanın odası ayrı
olacak. Hizmetini, yemeğini ben yaparım. Kapısını kapatır oturur. Eşim de eve
erken gelir. diye düşündü.
Aklından bunları geçirirken çalan
telefonun sesiyle irkildi. Gördüğü numara karşısında hayrete düştü. Numara
bakıcınındı. “Allah Allah, ben erdim galiba bakıcıya ayan mı oldu?” diye
gülümsedi. Tedirgin bir ses tonuyla açtı telefonu. Bakıcılar genelde hafta
sonları işi bıraktığını söylemek için ararlardı. Bu sene değişen üçüncü
bakıcısıydı. Her biri çeşitli nedenlerle ayrılmış, bir sonraki fırsattan
istifade daha fazla para ile işe başlamıştı.
Bakıcı telefonu açar açmaz Elif Hanımın
annesi Şerife Hanımı şikâyet etmeye başladı. Elif Hanım, bu konuşmanın
ardından; “Böyle giderse işi bırakırım.” cümlesinin geleceğini, kendisinin de
bakıcısız kalmamak için her türlü kırıcı ve üzücü lafı yiyeceğini biliyordu.
Sabırla cümlesinin sonunu bekleyerek
“Tamam ben onunla konuşurum.” demişti. Telefonu kapatmak üzereyken; “Ben
böyle tahammül edemem, bırakırım.” diye biten meşhur cümlesini söylemeyi ihmal
etmemişti.
Elif Hanımın bu sözlere canı çok sıkıldı.
“Bu kadar üzülmüşken başıma ne gelirse gelsin!” diyerek eve yatılı misafir
geleceğini bir çırpıda söyleyivermişti.
Karşıdaki kadının ses tonu iyice
yükselmiş hatta iyice kabalaşmıştı. Öyle hiddetli konuşuyordu ki sanki
telefondan çıkıp yanına dikilecekmiş gibi hissetti Elif Hanım.
Telefonun yine tehdit edilerek kapanacağı
belliydi ama bu sefer buna bile şükredecekti. Telefondaki ses iyiden iyiye
hakarete başlamış, bu kadar çok bakıcı değiştirmenin sebebi bile gelen
misafirlerine bağlanmıştı. Çocuklarının elli çocuğa bedel olduğundan başlanıp,
maaşın iki katı olması gerektiğine kadar uzamıştı tartışmanın konusu. Elif
Hanım dinlediklerini sindirmeye çalışıyor, sonunda da; “Allah’ım bana yardım et
ben bu kadar aciz miyim neden çalışanlarıma kendimi ezdiriyorum.” diye
hayıflanıyordu.
Bakıcı Kadın, sözlerinin ve
hakaretlerinin şiddetini iyice arttırmış, konuşmasına devam ediyordu:
- Ben kimsenin misafirine bakmam. Kocan
izin alsın otelde kalsınlar.
Sözlerini duyan Elif Hanım “Artık ne olursa
olsun!” deyip karşıdaki suçlamaların hepsine karşı savunmaya geçmişti. Kul
hakkından, hasta ve yaşlılara merhametli olunması gerektiğinden, yarın belki
onun da bu hale düşebileceğinden bahsediyordu. Oysa karşısındakinin bunları
anlamadığı söylediği kesin ve net ifadelerden anlaşılıyordu.
- Bana bak Elif Hanım, dedi Bakıcı Kadın.
Sen çok iyi kalplisin. İnsanlar seni kullanıyor ama ben kendimi ezdirmem. Her
zaman bir bardak pirinçten pilav yaparken şimdi bir buçuk bardaktan yemek
yapacağım. Bana tabak, kaşık bulaşığı çıkacak. Evde rahat dolaşamayacağım.
Çocuklar zaten bana yetiyor, bir de annen Şerife, gelini ve yeğenin geliyor.
Yok arkadaş, ben kimseye bakamam. Sen varken gelsinler.
Onun hiddet dolu, aralıksız konuşmalarına
müdahale edemiyordu bile Elif Hanım. Kadının nefes aldığı boşluklarda araya
giriyor, fakat Nuh diyor peygamber demiyordu.
- Ben misafirimin yemeğini yaparım.
Tuvaleti ayrı, bakıp da ne bakacaksın? O kendi başının çaresine bakıyor.
Kabını, kaşığını bile yıkama. Ben öğle paydosunda gelip yemeğini verir,
bulaşığını yıkarım. Sana bir zararı olmaz, merak etme. Hem benim çocuklarım
öğlen okula gidiyor. Sadece biri evde kalıyor. O da seni çok fazla rahatsız
etmez, dedi Elif Hanım.
- Ben aynı çatı altında, yüz yaşında bile
olsa bir adamla duramam. Sizin kadar geniş değilim.
- Genişlikle ne ilgisi var, o kadar
muhafazakârsan dışarı bile çıkma. Dışarıda da bir sürü adam var. Sen de hiç mi
Allah korkusu yok! Ben misafirimi kapının önüne koyamam. Tamam, konuyu kapat,
ben bir yolunu bulurum. Bu yaptığını unutma, ilerde başına böyle bir şey
gelirse, sakın “Neden?” diye düşünme.
Kadın bu sözden bile etkilenmedi.
Elif Hanımın morali ve sesi iyice
düşmüştü. Konuşulanları kalbiyle reddetse de konunun ve telefonun kapanması
için; “Tamam ben halledeceğim, kapat artık telefonu!” demişti.
Telefonu kapattıktan sonra bütün
neşesinin söndüğünü, misafirin gelmesinden dolayı büyük bir endişe ve üzüntü
içinde olduğunu hissetti. Kendisini bir an misafirinin yerine koydu. Çaresiz,
kimsesiz, hasta, yaşlı ve bir ayağı yoktu. Sonra kendi acizliğine kızdı. Bu
evde işveren kim, kimin sözü geçer? Ben kimim? Neden sözüm geçmiyor? Evime
gelene kim karışır? Benim hayrıma kim nasıl karışır? Ben bakıcının günahına
kötü kalbine nasıl alet olurum? Amcaya ne derim? Allah’a ne derim? Bu nasıl bir
sınav? Bırakayım bakıcı gitsin mi, çocuklarıma başka birini bulsam
alışabilirler mi? Bu kadın çocuklarıma iyi davranıyor. Gelecek kadın nasıl
davranır? Eşime söylesem bana ne der? Yardımcı olmak için bana bir fikir verir
mi? Amaaan, o ne zaman beni düşündü ki… Benim bu kadar aciz olmamın nedeni
zaten o değil mi?
Aklından bir sürü sorular geçti durdu
genç kadının. En çokta amcaya üzülüyordu. Yıllar sonra evine gelecek birinin bu
durumda kendini nasıl hissedeceğini bilmiyordu. Allaha sığınıp kendine doğru
yolu göstermesini dilemişti.
Biraz uyuyup bu düşüncelerden kurtulmak,
uyandığında her şeyin düzelmiş olduğunu görmek istiyordu.
“Allah’ım! her kalbin anahtarı sende. Şu
bakıcının kalbine merhamet ver ya da bana doğru bir yol göster!” diye dua etti.
Gözlerini henüz kapatmıştı ki kapının ziliyle kendine geldi. Elif Hanım kapıyı
açtığında amca ve eşi karşısında duruyordu. Amca koltuk değneklerine sıkıca
tutunmuş ayakta duramayacak haldeydi. Elif Hanım boğazında bir şeylerin
düğümlendiğini hissetti. Bütün çaresizliğine karşı amcayı rahat ettirmek
istiyordu.
Amca dördüncü kata çıkarken yorulmuştu.
Ağır vücudunu tek bacakla, koltuk değnekleriyle taşımak onu hayli zorlamıştı.
Güçlükle konuşuyor kendini bir an önce koltuğa atmak istiyordu.
Yerine oturup bir “Ohhhh!” çektikten
sonra “Ben her gün nasıl inip çıkarım, Böyle olursa tedavi olamam,” dedi. Elif
Hanım amcanın bu sözleriyle biraz rahatladı. Aklından değişik çözümler
geçiyordu ama en güzeli her şeyi Allah’a bırakmaktı. O misafiri Elif’e yollayan
o yüce yaratıcı değil miydi? Bu olay Elif’e göre kesinlikle sınavdı ve onun bu
sınavı kaybetmeye hiç niyeti yoktu. Her zamanki gibi işi duayla çözeceğini
umuyordu.
Elif Hanım mutfağa gelen kocasına bakıcı
ile geçen konuşmaları bir bir anlatıyor, bir yandan da uzaktan gelen yorgun ve
aç misafirine yemekler hazırlıyordu. Zaman zaman boğazında düğümlenen yumruları
güçlükle yutuyor, ağlamamak için olağanüstü bir gayret sarf ediyordu. Kocası
Rıza Bey, salona, amcanın yanına döndüğü sırada olup bitenleri misafirine
özetlemişti bile.
Elif Hanım durumu hissettirmemek için
zoraki gülüşlerle salona girdiğinde amcanın yüzündeki ifadeden kocasının yine
dilini tutamadığını anladı. Oysaki kocasına sıkı sıkıya tembih etmişti. “Amcaya
söyleme!” diye. Biliyordu, gün doğmadan neler doğar, Rabbi ne kutlu kapılar
açardı ona. Amcaya hissettirmeden, onu hiç üzmeden, başka bir çıkış yolu
gösterirdi nasılsa.
Amcanın yüzüne düşen üzüntü Elif Hanımın
içini acıtıyordu. Onu rahatlatmak için dil döküyor, “Zaten bakıcıyla
anlaşamıyoruz her şeye karışıyor, kim patron kim işveren belli olmuyor, seninle
ilgisi yok, kafanı takma boş ver onu,” diyordu.
Elif hanım ne söylerse söylesin amcanın
morali bozulmuştu bir kere. Kendisini sığıntı gibi düzen bozan bir kişi olarak
hissetmeye başlamıştı bile. Elif hanıma dönerek: “Böyle olduğunu bilseydim
billahi gelmezdim. Gelin, kusura bakma!” deyip üzüntüsünü dile getiriyordu.
O gün gidilmesi gereken hastaneye
gidilecekti. Hastane konusunda kendilerine yardım edecek olan hemşerisi
belirlenen saatte gelip amcayı alıp tedaviye götürecekti.
Telefonun çalmasıyla beklenen kişinin
geldiği anlaşıldı. Amca ve Rıza Bey hazırlanarak protez randevusu için evden
çıktılar. Elif hanım için tam da duygularının kendisine yaşattığı azaptan
kurtulma vaktiydi. Çocuklarına göstermeden odasına gitmiş ve ağlayarak dua
etmeye başlamıştı. Duasında “Amcayı incitmeden, bakıcıyı kovmadan bir çare
bulmasını, kendini günaha sokmamasını istiyordu.”
Elif Hanım ne kadar ağladı, ne kadar dua
etti bilmiyordu. Bir yandan da evdeki işleri hırsla bitirmeye çalışıyordu. Çocuklarının
sorularına bile baştan savma cevaplar vererek geçiştiriyordu. Hiçbir şeye
tahammülüm olmadığını anlıyor, bir bakıcının çalıştığı evin huzurunu
kaçırmasına kendi iç yaşantısına bu kadar müdahalesine ve kendisinin de buna
müsaadesine anlam veremiyordu. Her türlü haksızlığın karşısında aslan
kesilirken şimdi neden bu kadar aciz olduğunu anlamıyordu. Bakıcıyı kaçırmak
istemediğinden çektiği bu iç azaba değer miydi? Hem kendisine ve misafirine bu
kadar acımasız davranan bencil bir insanın çocuklarına nasıl davrandığını
biliyor muydu? Dört duvar arasında olanı Allahtan başka kim bilebilirdi? Artık
duyguları değil, mantığı olaya el koymaya başlamıştı. Düşünceleri netleştikçe
duyguları da sakinleşmiş, rahatlamıştı.
Artık kararlarını kendisi verecekti. Kararlara
uymayacaksa gidecek olan misafir değil, bakıcı olmalıydı. Son nokta buydu.
Kendisiyle o kadar konuşmuştu ki çalan kapıyı bile dakikalar sonra duyabildi.
Koşarak kapıyı açtı, gelen eşiydi. Gülüyordu. Elif Hanım endişeli bakışlarla
amcayı aradı ama göremedi. Eşine “Ne oldu, amca nerede?” diye sordu. Eşi büyük
bir yükten kurtulmuş olmanın rahatlığıyla amcayı bir yakınlarının vasıtasıyla
konuk evine yerleştirdiğini söylüyordu.
Elif hanım rahatlamıştı aslında. Yine de
evlerine gelen misafirine hizmet edememenin üzüntüsünü yüreğinde hissedip
hafifletici nedenlerle bu durumda olduğunu bilmek istiyordu. Buna destek olacak
sözler duymak istiyordu eşinden. Nitekim beklediği sözler bir bir dökülüyordu
eşinin ağzından. Doktorlar protez tedavisi süresince amcanın yorulmayacağı ve
merdiven çıkmayacağı yerlerde kalması gerektiğini, hele dördüncü kata inip
çıkmasının mümkün olmayacağını, mutlaka uygun bir yere yerleşmesi gerektiği
söylemişler. Bunun üzerine amca konuk evine yerleştirilmiş.
Elif Hanıma ise her türlü ihtiyacını
karşılayarak misafire hizmet etmek mutluluğu düşmüştü.
Rabbi bir kere daha Elif Hanımı ömrü
boyunca unutamayacağı bir şekilde sınamış, iki zor durumun içinden duayla
çıkarmıştı.
Elif Hanımın hep dediği gibi; “Mevla’m
görelim neyler, neylerse güzel eyler.” sözü tecelli etmişti. Artık bakıcısının
akıbetini merak ediyordu. Bakalım Mevla’m ona neler edecekti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder